GÜNAHKÂR

Semra Şenol
6 min readMar 5, 2019

--

Pürüzsüz tenini olduğu gibi şuh bir şekilde saran saten elbisesinin üzerine ince yalnızlık paltosunu giyen Elise, sabahın erken saatlerinde uyanmış olmasını dert etmedi. Bu gün büyük gündü, büyük hamlesini yaptığı anda olacakların önüne geçemezdi. ılık bir duş aldıktan sonra kuzguni renkteki saçlarını hafifçe kurutup dalgalanmasını sağlarken, diline dolanan bir şarkıyı mırıldanıyordu.

Üstünü giyinirken arayan Yasmin’e karnının ağrıdığı yalanını uydurup gelmeyeceğini söylemişti. Bu bir nevi doğru da olabilirdi, karnı ağrıyordu ama sinirden. Dün gece rüyasında gördüğü sahneler bir türlü gözünün önünden silinmiyordu. Film şeridi gibi akan görüntülerde Mustafa’nın sıcak kucağında oturmuş, kahkahalar atarak birbirlerine sarılıyordu. Rüya olduğunu bilse de o an içinde kendini o kadar hafiflemiş ve rahat hissetmişti ki, sanki başka bir zaman diliminde başka bir gezegende sadece ikisi vardı.

Mustafa’nın zümrüt yeşili gözleri aşkla parlıyor, kulağına durmadan ‘Karaca, seni seviyorum’ diyerek fısıldıyordu. Tenine değen her kelime Elise’nin kalbine kramp olarak dönerken, nefesleri canlandırıcı şekilde hafifti. Hiç bitmesini istemediğini ancak gözlerini açtığında anladı, boş tavana bakarken teni karıncalanıyordu.

İşte bu rüyanın sancı karnını ağrıyordu ve buna bir son vermeliydi. Ona asla aşık olamazdı, çulsuz biriyle mutlu olamazdı. Onun istediği hayat standartlarını karşılayamazdı Mustafa, aşkta karın doyurmazdı.

Dudaklarına bordo rujunu sürerken aynadaki suretine gözleri daldı, gözlerinde parlayan hırsı ayan beyan görebiliyordu. Peki ya irislerine bulaşan elemin marifeti neydi? Manasız bir rüya özlemini tetiklerken, inkar bulutunun ardına saklandığının bir göstergesi miydi?

Olsun, bu kez yine bildiğimi okuyacağım, diye geçirdi içinden. Kalbi onu isterken, tenine başka bir adamın kokusunu sürmek o kadar zor olamazdı, sonuçta kim ölümsüz aşkın varlığını kanıtlayabilirdi ki?

Şirkete geldiğinde ilk önce Tansu Nosta’nın odasına uğradı, yapılacak olan lansman için model arayışı için gelen mankenler ip gibi dizilmiş bekliyorlardı. Hoş fizikleri, standart beden ölçüleriyle hepsi de birbirinden alımlı ve güzellerdi.

İçlerinden birini öne çeken Tansu, esmer kızın lafı bile edilemeyecek kadar tümsek karnını işaret edip yüzünü çarpıttı.

“Şekerim hamile bayanlar için defile düzenlemiyoruz, gırtlağını tutmayı beceremezsen podyuma çıkmayı ancak rüyanda görürsün. Çık hadi” elinin tersiyle kış kış yaparak kadını odadan çıkarttı.

“Yine formundasın hayatım” diyen Elise, Tansu’nun koluna girip sinek kaydı olan yanağına bir öpücük kondurdu.

Memnuniyetsizce suratını buruşturan Tansu “Seçmelere gelmeden önce kruvasanları midelere indirip karşıma geçiyorlar. Bunların işine saygısı da kalmamış şekerim, diyet falan hak getire” dedi.

Kol kola geçip rahat koltuklara geçtiklerinde hala sıralanmış şekilde bekleyen bir yetmiş küsur boyları olan yedi mankene hitaben “Dışarıda bekleyin asistanım size kimin kalacağını haber edecek” diyerek odayı boşaltmalarını sağladı.

“Baş mankeni seçtin mi? Daha ünlü birini tercih edeceğini sanıyordum”

“O yellozların egolarıyla uğraşamam bu sefer. Podyumda iki salınacaklar diye etmedikleri eziyeti bırakmıyorlar. Haspalar, kıçı kırık bacaklarıyla bana posta koymaya bile çalışıyorlar!” Tansu’nun incelttiği sesine yansıyan bariz tiksinti dalga dalga yayılıyordu.

“Bu kızlardan hiç biri uygun görünmüyor, ne yapacaksın?”

“Sorma hayatım bir an önce uygun birini seçmem lazım ama elbiselerimi taşıyacak senin gibi endamlı bir kadın bulmak ne kadar zor biliyor musun? Gelenlerin hepsi beş para etmez” diyerek hayıflandı. Gözlerinde birden bire çakan şimşeklerle Elise’ye dönüp ellerini omuzlarına koydu.

“İşte aradığım baş manken!” derken yüksek volümlü çıkan sesinde heyecan hareleri vardı.

Kafasını sağa sola sallayan Elise, “Hayatım bilirsin sana asla hayır demem ama bu konuda tecrübem yok, defileyi batırmak istemem” dedi.

İyice heyecanlanıp şen şakrak bir ruh haline bürünen Tansu, bacak bacak üstüne atıp elini şöyle bir hava da salladı.

“Tecrübe dediğin bir iki yürüyüş provasına bakar bebeğim, sen bana güven her şeyi ayarlayacağım” diyerek Elise’nin yanağına uzaktan hayali bir öpücük kondurdu. Elise bu çılgın adamın hayal gücüne ve ikna kabiliyetine güldü.

“Ne diyeyim hatır için çiğ tavuk yenir derler. Neyse benim şimdi patronumu ziyaret etmem lazım. Daha sonra seni bulurum hayatım” diyerek ayaklandı.

Kuşkulu gözlerle Elise’yi baştan aşağı süzen Tansu, genç kadının üstüne ikinci bir deri gibi oturan gümüş saten elbiseyi inceledi. Oldukça davetkar ve baştan çıkarıcı bir yırtmacı olan elbise, tek bacağını ayartıcı bir açıklıkla sergiliyordu.

Hafif bir ıslık çalan Tansu hayran gözlerle “Son kozu oynamaya karar mı verdin şekerim?” diye sordu.

Ellerini ince belinde dolaştırıp kendi etrafında dönen Elise, “Artık zamanı geldi de geçiyor şah mat yapmalıyım. Bana şans dile” avucunu öpüp, öpücüğü Tansu’ya yolladı. Kahkahalar atan adam Elise’nin arkasından “Şeytanın bol olsun” diyerek küçük bir çığlık attı.

Her adımıyla aşka ihanet yolunda yürüyen genç kadın biraz daha ilerlediğinde geri dönüşü olmayacağını adı gibi biliyordu. Ya kalbini seçecek duracak yada hayallerine doğru yürümeye devam edecekti. Nitekim durmadı, yolun sonunda kalbini sessize almakta olsa tutkusu haline gelen ihtiraslarına bu kadar yaklaşmışken duramazdı.

Kapıyı çalmadan önce yüzüne içten ve samimi bir tebessüm yerleştirip, keskin yüz çizgilerini yumuşattı. İçeriye girdiğinde dudaklarından dökülen “Hadi küçük bir kaçamak yapalım” sözleri oldu…

*

Dudaklar insana kolaylıkla ihanet edebilirdi. Duygu olmaksızın beyinden gelen emirleri uygulayıp aldatıcı bir istekle karşılık verirdi.

Tenini ısıtan ihtiyaç ateşini herkes yakabilirdi fakat gerçek doygunluğa erişmesini sağlayan sadece tek bir beden olabilirdi. Gözlerini kapattı, sanki bulutların ardına saklanmış ruhu bedeninden çoktan uzaklaşmıştı.

“İnsanın aklını başından alacak kadar güzelsin Elise” fısıldayan dudaklar şimdi çıplak göğüslerinde dolaşıyordu. İnce söğüt dalına benzeyen parmaklarını kumral renkli saç tutamlarına daldırdı.

“Sev beni” diyen dudakları, lüks bir otel odasında kendinden geçmenin yakınında bile değillerdi. Halbuki kısa bir zaman önce öpülmekten sarhoş halde inliyor, üstündeki adamın kürek kemiklerinde şevkle dolanıyordu.

Tural’ın kusursuz, geniş göğsü kendi çıplak vücudunun üstüne kapandığında Elise rahatlamaktan çok uzaktaydı. Sanki bulutların tepesinde oturmuş bedeninin başka bir adam tarafından talan edilmesini izliyor gibiydi.

Elise’nin en iyi yaptığı ve bildiği şey ise; yalan söylemekti. O yalanlarına kendini bile inandırabildiği gibi hissetmese de yaşardı. Tutkusunu gerçekmiş gibi ağdalandırıp, Tural’ın iştahlı öpücüklerine aynı azimle ve tutkuyla karşılık verdi.

“Ahh, Elise beni yakıyorsun, tenin ne kadar sıcak. Alev alev!” diyen Tural’ın dudaklarına gerçek bir illüzyona benzeyen dudaklarını genç adamın ihtirasına sundu. Çıplak vücutları bembeyaz çarşafların serili olduğu çift kişilik yatakta sere serpe vaziyette uzanıyordu. Birbirlerine dolanan kol ve bacaktan ibarettiler.

Otelin Vip odasında bir kadın ve erkek arzuyla sevişti. Enfes bir öğle yemeğinin hemen arkasından, yaz güneşi perdelerin arasından süzülürken. Erkek tattığı yeni bedene müptela olurken, kadın başka bir erkeğin tenine özlem duydu. Erkek sevildiğini sanarak kendini sunarken, kadınsa ihanetine sarınıp yalancı dokunuşlarda kayboldu…

*

Türkiye’ni en yetkin moda okullarından biri olan IMA (İstanbul Moda Akademisi), her yılda olduğu gibi 2008'de yapılacak olan defileyi MercedesBenz Fashion Week Istanbul’de düzenliyordu.

Moda Tasarım Programının bu yılki lisans öğrencilerinin oluşturduğu tasarımlar, kendileri tarafından giyilerek konuklara sergilenecekti. Büyüleyici mekan çok öncelerden hazırlandığı ve misafirlerini ağırlamak sabırsızlandığını kanıtlarcasına ışıl ışıldı.

Defilenin yapılacağı podyum kuru otlarla sonbahar esintisini andıran aksesuarlarla renklendirilmişti. Platformun bir metreye yakın aşağısında kalan konuk ağırlama salonu, küçük iki kişilik masalardan oluşuyordu.

Altın sarısı yaldızlı tüllerle sarılan masaların üzerinde butik çiçek saksı mumları yanıyordu. Basit ama gösterişli bir havası vardı atmosferin. Dört yıllık lisans programının sonuna gelen öğrencilerin ailelerinden ve arkadaş topluluğundan oluşan kalabalık aksam saatlerine doğru toparlandı.

Morumsu-pembe karışımı olan rengiyle bütün dikkatleri üstüne çeken Elise, öğleden sonraki kaçamağın acısını tüm kaslarında hissediyordu. Göğüslerini hafifçe okşar gibi geçen V yaka elbiseye uyumlu sürdüğü dut rengi ruj onu safiyane bir masumlukta gösteriyordu.

Kendi diktiği elbiselerden en gösterişsiz olanı şimdi yanında olan ablasının üzerindeydi. Terzi işlerine yatkın olan elleriyle siyah elbisenin belini daraltıp, Esme’nin isteği üzerine yaka açıklığını toparlayıvermişti.

Ürkek bir ceylan gibi etrafını her an kaçmaya hazır şekilde izleyen Esme’nin gerginliği neredeyse Elise’ye de geçmek üzereydi. İkisini yan yana görenlerin yaptıkları tek yorum’Saçlarınızın rengi hariç birbirinize benzemiyorsunuz’ oluyordu. Esme ve Elise’nin tek ortak noktaları olan kuzguni saçları hemen hemen aynı boylarda gür ve sağlıklı bir şekilde omuzlarından aşağı uzanıyordu.

Defile başlamadan önce Yasmin ve Elise, saç ve makyajlarının tamamlanacağı kulise geçtiklerinde “Ablan çok naif sıcak birisine benziyor. Daha önce neden tanıştırmadın ki bizi?” diyen Yasmin’di.

Kol kola makyajların yapıldıkları bölüme girerlerken “Esme’nin insan ilişkileri sıkıntılıdır, pek sevmez kalabalıkları. Görmedin mi her an bomba patlayacakmış gibi etrafını kolaçan edip duruyor”

“Bence alışık olmadığı yabancı bir ortamda olduğu için biraz stresli” Yasmin, en iyi arkadaşı Elise’ye içtenlikle gülümseyip saçlarını taradı. Bu akşam ona yapacağı sürpriz karşında Elise’nin mutlu olacağını umut ediyordu.

Her ne kadar yapılacak olan yarışmada kendi tasarımı olan muslin rengi sırtı komple açık, tek kolu uzun elbiseye güvenmese de. Mustafa’ya posta yoluyla gönderdiği davetiye karşılığında geceye katılacağını düşünüyordu. Elise’nin boşuna gurur yaptığını biliyordu,sadece biraz teşvikle Mustafa ile arasındaki sorunu pekala çözebilirlerdi.

“Ablam kimin umurunda babam zorlamasaydı asla yanımda olmak istemezdi. Biz o sıkı fıkı olan abla kardeşlerden değiliz.”

Elise’nin yumuşak saçlarına şekil veren Yasmin ‘Olsun yine de bir ablan olması çok güzel. Hep bir ablam ya da kardeşim olsun istemiştim, koca evde konuşup dertleşecek kimsenin olmayışı üzüntü verici. İyi ki sen vardın Elise, olmayan kardeşimsin sen benim”

Bu sözler karşında sadece bir anlığına içi sızladı genç kadının. Önündeki aynadan Yasmin’in durgun sulara benzeyen saki yüzünü izledi, evet gerçekten bir kardeş gibi davrandı bana diye içinden geçirdi.

Elise bir anlığına kapıldığı vahametten sıyrıldı, kimse Yasmin’i zorlamamıştı sevgisini dağıtsın diye. İsteyerek ve bilerek genç kızın arkadaşlığını seçmişti. Gözü kapalı insanlara güvenmek hatasını yapıyorsa ceremesini de kendisi çekmeliydi.

Yasmin’in saçlarında dolaşan elini avuçlarının arasına alıp sıktı. Ayna da birleşen bakışları kısacık bir anlığına aynı duygulara bürünüverdi. Elise kendine itiraf etmek istemese de kalbinin bir köşesinde bu gün olacak şeylerden korkuyordu.

Bu gün onu kardeşi gibi seven Yasmin’i kaybedecekti… https://www.wattpad.com/687671671-elise-g%C3%BCnahk%C3%A2r-kadin-15-b%C3%B6l%C3%BCm

--

--

Semra Şenol
Semra Şenol

Written by Semra Şenol

Gözyaşındayım, AKKOR Kitaplarının Yazarı, Onedirki metin yazarı https://semrasenol.com/ Wattpad; İnstagram: https://www.instagr

No responses yet