GEÇMİŞİYLE BAĞIŞLADIM — 17.Bölüm
Ok gibi fırlayan küçük kız, hala dizlerinin üstünde duran Ömer’in kollarına atıldığında geriye bir adım attım. En fazla dört yada beş yaşlarındaki kız çocuğu minicik kollarıyla babasının boynuna sarıldı. Çilekli beyaz elbisesi, kurdeleli beyaz ayakkabıları ve omuzlarından aşağı dökülen koyu saçlarıyla öyle şirin görünüyordu ki.
Kapının eşiğinde durmaya devam eden uzun boylu, fit görünümlü sarışın kadının gözleri üstümdeydi. Karşılaştığı manzaranın ne kadar nahoş ve utanmazca olduğunu belirten bakışları yargılayıcıydı. Düzdüz kumral saçları incecik belinde, boyum kadar uzun bacaklarını açık eden yazlık elbisesinden yanık teni öyle göz alıcı ki.
“Yanlış zamanda mı geldik?” tek kaşını kaldırıp Ömer’e imalı imalı bakarken, sesi orada fazla olan kişinin ben olduğumu haykırıyordu.
“Gelmeden önce haber verseydin Hande” Ömer kızını kucağına aldı, bakışları sertleşmişti. Artık bana değil eşine bakıyordu.
“Ben gitsem iyi olacak” arkamdan atlı kovalıyor gibi ivedi bir hızla kapıya yöneldim. Bakımlı bir o kadar da güzel kadının yanından kendimi kapıdan dışarıya attım. Bu gün başıma daha ne gelebilir ki. İyi başlayan bir gün kum saati misali tepetaklak nasıl olurdu, hadi oldu diyelim niye ben?
Otoparktaki aracıma giderken milyonlarca soru üreten beynimin fişini çekmek istiyordum. “Selvi hanım durun bir dakika” diye seslenildiğinde idrak etmem bir kaç saniyemi aldı. Arkamı döndüğümde afaki bir gerginlikle karşımdaki kadının bana doğru yürüyüşünü izledim.
Ömer’in eşi olarak düşündüğüm kadın aramızda bir metreden az mesafe kalana kadar yanıma yaklaştığında, istemediğim bir durumun ortasında kaldığım ayan beyandı. Hayatımın karışıklığından kurtulmak isterken yine saçma sapan bir durumun öznesi halindeydim.
“Daha önce sizinle hiç tanıştırılmadık ama hayatımda büyük bir ize sahip olduğunuzu belirtmek istiyorum. Farkında olmaksızın bir süre adınız Ömer ile yapmış olduğumuz evlilikte çokça geçti. Yıllar önce aranızda geçen ilişkiden, neden ayrılmak zorunda kaldığınıza kadar hepsini biliyorum. Maalesef ki ikinizin de ne kadar üzüntü duyduğunuzu, bilhassa Ömer’in sizi unutmakta ne kadar zorlandığının şahidiydim. Şimdi evliliğimizi sonlandırmak istememizin bir nedeni ise hala sizi seviyor oluşu. “
İşte bu noktada sinirlerim halaya duruyor, “Ömer’in evliliğini bitirmesinin suçlu ben değilim, yıllar önce bitmiş bir şey hakkında konuşmakta istemiyorum” arkamı dönüp gitmeye yeltendiğimde kolumu tuttu.
“Özür dilerim yanlış ifade ediyorum kendimi. Bakın Ömer’le olan evliliğimin asıl temeli ailelerin zoruyla yapılan bir kâr alışverişinden başka bir şey değil. İkimizde bunu istemedik mecbur bırakıldık, çok fazla seçim hakkımız yoktu. Ben demek istiyorum ki Ömer hep sizi sevdi. Bunca zaman aklındaki ve kalbindeki kişi sizdiniz. Ona mutlu olması için ikinci bir şans vermenizi rica ediyorum. O bunu gerçekten hak ediyor. “
Serin sularda vurgun yemek buna benzer bir duygu sanırsam, tam anlamıyla üstümden buldozer geçiyor ve ben kımıldayamıyorum. Altı yıl bir hiç uğruna mı kalbimin canına okudum? Madem seviliyordum, terk edilmenin acısıyla haftalarca neden kendime eziyet ettim?
Yaşaran gözleriyle ellerimi tutan kadına allak bullak bakarken, “Lütfen, eğer onu hala seviyorsanız Ömer’e geri dönün.”
Konuşma yetimi kazandığımda “Sizin bir çocuğunuz var ne söylemeye çalıştığınızın farkında mısınız? Annesiyle babasını ayırıp güvenli yuvasını yıkacak birine mi benziyorum. Arada bir çocuk varken aşkından ölsem dahi asla araya giren kişi olmam.”
Ellerimi tutan elleri dostane bir nazikçe sıktım ve gerçeklik payı olan sözlerime devam ettim. “Kaldı ki o köprünün üstünden çok sular geçti, geçmişime bir sünger çektim. Ömer’le yaşadığımız şey çoktan bitti ve geri dönüşü yok. Anlıyor musunuz?”
“Ama o size hala delicesine aşık!”
Kafamı sallayarak kati surette ret ediyorum. “Zamanı geri alamayız, Günahıyla sevabıyla bir takım şeyler yaşandı. İkimizde o dönemdeki insanlar değiliz artık, benim sevdiğim bir adam var. Kalbimde sadece ona yer var, hayatımda Ömer’e yer yok. Görüyorum ki siz eşinizi halen seviyorsunuz. Küçük kızınız için evliliğinize bir şans vermesi gereken sizsiniz” diyorum.
“Fakat ben-” gözlerime bakması için ellerini bir kez daha sıkarak sözlerini tamamlamasına izin vermiyorum.
“Geçmişi bağışladım, içiniz rahat olsun lütfen. Kimseye bir kinim yok, kendi hayatınıza sahip çıkın.” Minnettar ifadesi, yumuşayıp rahatlamış bir ifade aldığında kendimi en az onun kadar hafiflemiş hissediyordum. Maziye takılmadan dolu dolu yaşamak için şimdi bir imkanım vardı ve bunu çarçur etmeyecektim…
*
Telefonum defalarca çalarken, ekrandaki ismi okumama gerek yok. Arayan kişiyi adım kadar iyi biliyorsam da şu an sadece patenlerimin çıkardığı seslerle ilişkimi kesemiyorum. Yanaklarım ılık rüzgarların esintisiyle pembeleşirken, ruhumun giderek özgürleştiğini an be an anlıyorum. Meğer ne çok ezilmişim geçmişin külfeti altında, durup bir düşünmeden yorulduğumu fark etmemişim.
Hayret doğrusu, insan ancak omuzlarındaki yükü atınca kavrayabiliyor ağırlığını. İlk aşkımın hayaletleriyle barış çubuğunu tüttürdüğüm anda bulutların hafifliğine ulaşacağımı bilseydim, daha önceden bağışlardım geçmişimi.
Hep yeterince mutlu olduğumu, hayatımın rotasını istediğim yöne çevirdiğimi düşünmüştüm. Aslında olan şey çoğu şeyden kaçarak, hayallerime aldırmadan ilerlemeye azmettiğimi gösteriyor. Mutluluk için savaşmak istemiyordum, elimdekilerle yetinmem gerektiğini sanıyordum.
Fakat şimdi bir planım var. Hoşlandığım adamla birlikte kendime yeni bir yön çizmek istiyorum. Yarım bıraktığım romanı tamamlayacak, bir daha boynuma kement geçiren bir işte çalışmayacağım.
Yer patenlerimin altında kayıp giderken tüm sıkıntılarım da kıvırcık kızıl saçlarımın arasında uçup gitti. Nihayet deli gibi çalan aramayı cevaplandırdığımda, karşıdan gelen endişeli ses içimi sıcacık tuttu.
“Telefonlarımı açmaktan kaçınarak benden kurtulamazsın. İstifa dilekçeni Naciye hanıma vermeden önce benimle konuşmalıydın. Kesinlikle onaylamıyorum, neden böyle bir şeye bana danışmadan kalkıştın?” soru sormaktan çok hesap istiyordu.
“Sağlam bir açıklamam yok kafamı dinliyordum desem inanır mısın Uğur böceğim”
“İyi misin yanına gelmemi ister misin? Aklım sende duramıyorum burada”
“Gel hemen bende seni görmek istiyordum” dedim. Telefonu kapattıktan sonra olduğum yerin konumunu mesaj olarak attım. Telefonumda Reyhan’dan gelen görüntülü mesaja bakmak için durdum. Görüntü telefon ekranımı kapladığında mutluluktan yüzü ışıldayan Reyhan’ın omzunun arkasında masanın karşında oturan bir adam vardı. Ve ben bu adamı alenen şekilde iyi tanıyordum, şirketin insan kaynaklarında çalışan Asım Deligöz’dü.
Reyhan’a yanıt olarak hemen kısa ve öz şekilde ‘O adamdan uzak dur!” yazarak mesaj yolladım. Şirkete alınacak elemanları cinsiyetine ve bacak boyuna göre seçen bir kıt beyinlinin neresinden hoşlanmış olabilirdi!
Deniz dalga dalga kabarırken, güneş koyu gri renkteki yağmur bulutlarının ardına saklanıyordu. Doğa bakmasını bilene huzur bahşediyor ama biz insanlar kendi inşa ettiğimiz beton yığınları arasında gökyüzüne bakamadan karanlığı karşılıyoruz. Ne demişti üstat;
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.
Orhan Veli’ye uyup bende istifa ettiğime göre, demek ki artık güneşli günlerin tadını çıkarmakta sonuna kadar özgürüm. Güneşli havalarda aşkımı dilediğimce yaşamakta, hesap vermeksizin duygularıma yenilmekte özgürüm…