Gönlüm Hüsran mı Hicran mı? 19. Bölüm
Kahpe dinli felekten çok mu şey istedim, kimin rızkına el uzattım kime kem gözlerle baktım? Mutluluk şarabı boğazımdan henüz geçmeden, özümseyip damarlarıma sinmeden dışarı atılırken hep yanlışı, hepte yanlışları buldum. Nasıl da güzel başlamıştı, dünya üzerindeki bütün manaları çürütecek kadar bir yoğunluktaydı sevgimin tezahürü.
Anlatmak insanın omuzlarındaki yükü hafifletir derler, kelimelere sığınarak kalbimin çeperini daraltan acılarımı dökmek istiyorum. Dilim bu zamana kadar hep benden yanaydı çünkü, dertlerimi içime atacak acizlikte veyahut bencillikte değildim. Şimdiyse çok zor! Tarif bile edemezken anlatmak, yardımı olmayacağını bile bile dualarımın dışında konuşmak beni yüksündürüyor.
Bir diğer yarımı, beni tamamlayacak olan eksik tarafımı bulduğuma inanırken, önümüzde bizi bezdirecek kadar uzun yılların uzandığını düşünmüştüm. Şu an ise onu kaybetme tehlikesiyle baş başayım. Gözümü kapatıp açana kadar sıcak elini elimden, çenesindeki gamzeyi gözlerimden alabilirler. Bu kadar yakınım ayrılığa, bir o kadar çaresizim gidişine…
*
Hayattaki yeni rolümü bulmaya çalışmak için biraz geç harekete geçtiğim için tüm verileri sıfırlamakla iş başı yapmalıydım. Bu arada da kendime yeni yön çizmem gerekiyordu, bu isteğe Reyhan tarafından yüz üstü bırakıldığımda karar verdim galiba.
Son olarak kendine çeki düzen vermem gerektiğini bizzat Erhan beyin ağzından da işittikten sonra, devam edeceğim yolu bulmam gerektiği ortaya çıktı. Üç yıl boyunca iş hukuku sınırları arasında iletişim kurduğum Erhan beyin karşısına oğlunun kız arkadaşı vasfıyla çıkacağımı söyleseler ‘Allah yazdıysa bozsun’ derdim.
Ama gel gelelim Uğur, babamla birlikte yediğimiz akşam yemeğinde ortaya bu bombayı attı ve alık alık ‘tamam’ derken buldum kendimi. Nasıl itiraz edebilirim ki, o bu kadar hevesliyken ve babam bunun daha uygun olacağını tasdiklerken. İki taraflı kıskaç altında kıpırdayacak bir yer bırakmadıkları gibi Erhan beyin işten çıkarılma emrini verdiğini de unutmam gerekiyordu.
Bildiğiniz iki yüzlü bir oyun sergileyerek Uğur’un ailesi tarafından onay almak gerekiyordu. Ki onay vermeyecekleri yada beni oğullarının yanına yakıştırmayacakları düşüncesi midemi bulandırıyordu. Neler hissettiğimi Uğur’a söylemesem de elimi tuttuğunda ne kadar gergin ve stresli olduğumu anlıyordu.
O gün gelip çattığında abartıya kaçmadan makyaj yapıp sade bir elbise giydiğimde aynadaki yüzüme öylece bakakaldım. Göz altlarımın yanında oluşan yeni fark ettiğim kaz ayakları, otuz yaşına gireceğimi hatırlattı. Dile kolay otuz yaşına yaklaşmıştım ama hala kucağım boş, belirli bir hedefi ve işi olmayan arafta kalmış bir kadındım. Hala insanların beni onaylamasını bekliyor, kendi isteklerimin peşinden koşma gücünü kendimde bulamıyordum.
Uğur beni almaya geldiğinde kurbanlık koyun gibi arabanın yolcu koltuğuna oturup dudaklarımı kemirmeye başladım. Midem kasılıyor, avuç içlerim ıslanıyordu.
“İstemiyorsan gitmek zorunda değiliz arayıp yemeği iptal edebilirim.” O içi gülen kahve gözleri o denli yumuşak bir kıvamdaydı ki baktıkça içimdeki sıkıntının yerinde yeller esti. Yeni tıraş olmuş, içinde rahat olduğunu belli eden pamuk gömleğinin kollarını dirseklerinde sıvamıştı. Yanağını kokusunu içime çekerek öptüm.
“Alt tarafı bir yemek yiyeceğiz ne kadar kötü olabilir ki?” dedim kendime güvenerek. Ne kadar kötü olacağını yemek masasında Erhan beyin karşına oturduğumda anladım. Yuvarlak yüzü, burnuna indirdiği okuma gözlüklerini çıkarmayışı bütün bir akşamı en ufak hareketimi izleyerek geçireceğinin habercisiydi. Beni şaşırtan şey ise yanıma oturan Uğur’un kız kardeşi Aysima’nın abisine olan tıpatıp benzerliğiydi. Tek bariz farkın saçlarının bir tarafının kazınmış olması ve diğer tarafının ise yeşil renkte olmasıydı. Şahika’dan sonra giyimini abartılı bulamasam da burnundaki septum piercing, koyu mor rujuyla kendine has ekstrem bir sitili vardı. Daha ilk dakikadan kanım ısınıvermişti bu kıza, olağan dışı insanları kendime daha yakın görüyordum.
“Selvi’cim daha önce tanışmamız ne kötü, ah Erhan saçlarına bir baksana kırmız merinos gibi bayıldım bu kıza” diye ciyaklayan tiz sesli Tual hanıma bozuk bir şekilde gülümsedim. İlk defa koyuna benzetilmek insana biraz tuhaf geliyordu doğrusu. İyi niyetli bir yaklaşım gösterisi olarak gördüm ve önümdeki yemeğe odaklandım.
Yemekler yenip oturma odasına geçildiğinde Uğur, bana güven varlığı ve sıcaklığıyla yanıma oturdu. Erhan bey ona ait olduğuna inandığım tekli koltuğunda oturuyor, suskunluğuyla beni aldatıyordu. Eşi Tual hanım ise kızıyla birlikte karşımızdaki koltuktaydı, Aysima tahminime göre on sekiz yada on dokuz yaşlarındaydı. Sessizliği ilk bozan Uğur’un annesinin sorusuydu.
“Uğur ilk defa bir kız arkadaşını bizimle tanıştırmaya getiriyor değil mi Erhan? “
“Haklısın canım”Erhan bey karısına baştan sağma bir cevap verdiğinde oğluna kısa bir bakış attı.
“Baksana nasılda hanım hanımcık, keşke şirkette tanışmış olsaydık. Üç boyunca seni görmediğime inanamıyorum. Bunun sorumlusu hep kocam şirketteki insanların benim çenemden çalışamayacaklarını söyler durur” içten bir kahkaha attığında yuvarlak yüzü kırışıp tatlı bir hal aldı. Bu kadını sevmeye başlamıştım, Aysima ise bir bana bir abisine bakıp sırıtırken “Siz birbirinize görünüşte pek uymuyorsunuz ama kafa yapılarınız aynı” dedi.
“Abinin yanında cüce gibi kalıyorum dimi?” diyerek espri yaptım. Uğur kolunu omzuma atıp”Biraz daha küçük olsan seni görmekte zorlanırdım” diyerek kahkaha atarken babası hariç hepimiz buna güldük. Sıcak bir muhabbet akıp giderken, Uğur elimi bir kez olsun bırakmadı ya omzumu okşuyor yada dizleriyle dizlerime dokunuyordu.
“İstifa ettiğini duydum şimdi ne yapmayı planlıyorsun?” sorusu babasından gelirken şaşırmadım böyle bir atağı bekliyordum.
“Baba bu konuyu açma istersen Selvi’nin istifa etmesinin kabahatlisi sensin” karşılığını verdiğinde “Uğur lütfen” diyerek araya girdim.
Tuan’a hanım asabi bir tavırla kocasına çıkıştı. “Erhan sana oğlumuzun işlerine karışmaman gerektiğini daha kaç kez söyleyeceğim. Yaşlı kafanla gençlerin kararlarına müdahale etmeyi kes huysuz ihtiyarlar gibi davranıyorsun”
“Fazla dramatize ediyorsun hayatım. Küçük hanım hayatının bu kısmından sonra ne yapmaya karar verdi onu soruyorum. Sonuçta bir Tük filminin içinde yaşamıyoruz fakir kız zengin oğlan masalı değil gerçek dünya.”
“Baba!”
“Erhan!”
“Siz karışmayın Selvi’ye bir soru sordum!” itirazları bertaraf edip Erhan bey bana döndüğünde insafsız bakışları altındaydım. Gururumun incindiği, utandığım ve ezildiğim nadir anlardan biriydi. Yakışıksız ama nazik bir biçimde yerimi bildiriyordu.
Uğur’un elini bırakıp ellerimi dizlerimin üstüne koydum, omuzlarım dik sırtım gergin bir düzlükteydi.
“Öncelikle güzel akşam yemeği için teşekkür ederim. Hayatımın gidişatını merak ediyorsunuz yersiz bir merakta değil üstelik. İşten ayrıldığım günden bu yana bunu bende düşündüm ve bir karar aldım. Kendi işimi yapmak istiyorum, kimsenin sırtından geçinmek gibi bir niyetim yok, buna oğlunuzda dahil. Sizde bundan çekiniyorsunuz galiba, merak etmeyin sizin sıfırdan yarattığınız servetinizin tek bir meteliğin de gözüm yok.”
Erhan beyin yüzü morarmaya ve kızarmaya başladığında bu evde daha fazla kalırsam ağzımdan kırıcı şeyler çıkacağının bilinciyle oturduğum yerden kalktım. Uğur’da benimle aynı frekansta ayaklanıp elimi tuttu.
“Haddimi aştığım kusura bakmayın. Yemek için tekrar teşekkür ederim Tuana hanım sizinle ve Aysima ile tanıştığıma memnun oldum. İyi akşamlar dilerim” dedim ve Uğur’un beni o evden çıkarmasına müsaade ettim.
İstanbul trafiğinin azaldığı saat dokuz civarlarında ikimizde arabanın içinde sessizdik. Uğur dışarıdan birine göre sakin görünebilirdi ama ben ne kadar öfkeli ve kızgın olduğunu oynayan çene kaslarından anlıyordum. Gözleri atmaca gibi önünde akıp giden yoldaydı, içine sık ve kısa nefesler çekiyordu.
Daha fazla susmak istemiyordum fakat söyleyecek sözüm tükenmiş gibiydi. O yola baktı bense başımı cama dayayıp gözlerimi kapattım. Kaç dakika geçti bilinmez bana seslendi, göz kapaklarımı araladım.
“Babam için özür dilerim seni üzdü. Böyle olacağını bilseydim seni asla zorlamazdım” sesi kırgındı.
“Zorlamadın. Bir gün olması gerekiyordu ve oldu hepsi bu, beni kabul etmeyeceğini sende bende biliyorduk” Uğur’a haksızlık yaptığımın farkına sözler ağzımdan fırladıktan sonra fark ettim ama geri almadım.
“Etmek zorunda. Sen benim sevdiğim kadınsın ister zorla isterse güzellikle bunu anlayacak ve kabullenecek” ses tonu kademe kademe artarken artık işi inada bindirecekti. Ama ben çoktan pes etmiştim, aynı şeylerin etrafında dönüp yine yarım kalan bir aşka daha yüzümü süremezdim.
“Sence ben bunu istiyor muyum?”
Gözünü yoldan ayırıp bana döndüğünde durmadım, durmalı susmalıydım. Lanet ağzımı açıp kötü kaderimize bir çentik daha attım.
“Bu çocuk oyununu daha fazla oynamayalım. Eğlendik gezdik tozduk ama bu kadar ileriye gitmeye lüzum yok bitirmez zamanı geldi.” Yalandı, yalan söylüyordum. Kırılan kalbinin sesine kulağımı tıkayıp “Seni sevmiyordum bile” dedim.
Ona karşı sarf ettiğim son sözler olabilir bunlar. Uğur’u bu sözlerle nasıl uğurlarım, eğer şimdi gözlerini açmazsa nasıl kahrolup ölüp gitmem. Yoğun bakım ünitesinde aramızda incecik saydam bir cam varken, ona nasıl dokunamam.
Yalandı, seni çok seviyorum diyemeden nefesini verirse?
“Uyan yalvarırım uyan. Söz verdin, söz verdin daha yüzümü güldüreceksin! Uyan Uğur böceğim, Allah aşkına aç gözlerini…”
Hikayenin devamı aşağıdaki linktedir…