Günahkar Kadın — Taze İntihar Eylemleri
“Susma Merlot, niçin durdun?” kadının gözyaşlarından ıslanmış sesi öylesine bitik ve tükenmiş geliyordu ki, konuştuğuna inanamadı. Geçmişin tozlu sayfaları açıldıkça kanamaya devam eden yaraya parmaklarını daldırıyor, içindeki irini dışarı çıkıyordu.
“Bu saatten sonra hatırlamak acını dindirmeyecek tersine daha çok canını yakacak. Sen bilmezsin lakin ben sana kıyamam Karaca, içim el vermiyor” Merlot başını önüne eğmiş, hüzünlü yüzünü Elise’den saklıyordu.
İnce titrek parmaklarıyla Merlot’un koyu renkli saçlarını okşayan Elise “Beni koruma, seni unutacak kadar vefasız bir yüreğe sahipsem hakkım olanı alacağım.” İşaret parmağıyla çenesini yukarı kaldırdı, şimdi Merlot da ıslak gözlerle ona bakıyordu.
“Özür dilerim Merlot, her ne yaptıysam özür dilerim. Seni kaybedeceğimi bilseydim yapmazdım, yarım aklıma yemin ediyorum ki seni asla bırakmazdım” dedi, tıpkı geç kalınmış bir dua okurmuş gibi.
“Ah Karaca, ah benim hain sevgilim. Geri dönemeyeceğim kadar uzaklaşmışken bana böyle şeyler söyleme. Zehirli bir sarmaşık gibi kalbimin dört bir yanını kapladın, yalvardım be sana. Dizlerime kapan desen onuda yapmaya razıydım. Gözlerini kör eden günahlarını bırakmadın!”
Merlot hışımla ayağa kalktı, kontrolsüzce nefes alan Elise’nin nedamet saçan yüzü içler acısı dudaklarına bakmaya dayanamıyor gibi görünüyordu.
“Taş kalbin insafa şimdi mi geldi?” derken bağırıyordu.
“Merlot…”
Elise tutmayan dizleriyle ayağa kalktığında yere kapaklanmamak için Merlot’a tutunmak istedi. Parmaklarını ona uzattığında avuçlarından kayıp giden kum taneleri gibi savruluşunu izledi. Gidiyordu işte, kucağında büyüdüğü annesini omzuna yaslandığı babasını bilmezken hatırladığı tek yüz de gidiyordu.
Zihnini kemirip bitiren psikozun en umursamaz tarafında sanrıların baş rolü gidiyordu. Gerçeklikle halüsinasyon arası sürmenaj olan beyninde yine intihar eylemleri peyda olacaktı. Elise kursağında takılı kalan çığlıkları yutkunmaya çalıştıkça boğazını dağlayan ateşte yere çöktü. Şu an ölmeliydi, vücudu direncini kaybetmeye bu kadar yaklaşmışken ölmeyi denemeliydi.
Başka bir şansı olmayacağını salık veren yüreği, ona ancak bu şekilde yetişecebileceğini söylüyordu.
“Ölüm kolay mı sanıyorsun Elise, sen cehennem ateşlerinde yanmaktan korkarsın” Zihnini kemiren kanlı dişler, tüm hücrelerine saldırıyor sinir sistemini çökertiyordu.
Karanlık tecrit odasından çıkabileceği bir açık bulmak amacıyla bakışlarını telaşla etrafına çevirdi. Desensiz düz beyaz renkteki tek kişilik yatağından, dolunayın sızdığı pencere korkuluklarından başka bir şey göremiyordu.
Ciğerlerini oksijenle dolduracak derin bir nefes alıp sakinleşmeyi denedi, bu acıklı hikayenin can alıcı yerine henüz gelmemişlerdi. Merlot’un terk-i diyar edeceği o menfur güne biraz kaç gün belki de haftalar vardı. Onu kaybettiğinde susmayan seslerin insafına teslim olarak bu tecritte delirecek, yardımına koşan bir Merlot olmayacaktı.
Ama hayır, Elise’yi düşündükçe cinnet geçirmesine neden olan şey Merlot’un hüzünlü bakışlarını, yüreğini ısıtan tok sesini duymamak onu mahvederdi. Elise hiç itiraf etmediği gerçeğin simasını şu an apaçık görebiliyordu.
Merlot; Elise’nin geçmişinde ve şimdiki gününde Aşk demekti. Anlatılan bu hikayenin bir mutlu sonu bulunmadığı gibi vebalini ödeyecek olan da kendisi olacaktı. Peki neyi bekliyordu? Merlot içler acısı bu hikayeyi anlatırken gölleri dolduracak kadar ağlamayı mı?
*
Diğer günlere nazaran Elise’de adını koyamadığı bir farklılık sezinliyordu. Karşındaki koltukta otururken rahatsız, hemen kalkacakmış gibi görünen kadın şu anda geriye yaslanmış vaziyette gayet rahattı.
Yüzünde belli belirsiz bir durgunluğun yanı sıra koyu kahve gözlerinde mat bir ışık yanıyordu. Saçlarını taramış gösterişsiz, zayıf belini gösteren jarse kumaştan çuha rengi bir elbise giymişti. Ve ilk defa Doktor Doğan’ın lacivert rengi gözlerinin içine buruk bir tebessümle bakabiliyordu.
“Geçirdiğin ataktan sonra son derece toparlanmış görünüyorsun, gerçekte nasılsın Elise?”
Derin bir sükunetle iç çeken Elise’nin yanıtı “Sakinim, beni delirten sesleri bu gün duymuyorum” dedi.
Numarası düşük olan gözlüklerini çıkartıp masasına koyan Doğan, Elise’nin huzurlu sesini duyunca bir kez daha hayret etti. Çok uzun zaman olmuştu onunla tanışalı, tedavisini üstlendiğinden beri huysuz ve depresif bir hastaydı.
“Seni böyle rahatlamış görmek beni de mutlu ediyor Elise. Bana anlatmak istediğin yada konuşmaktan hoşnut kalacağın bir şeyler var mı ? “ Kadının yaydığı dinamik enerji Doğan’ı hem şaşırtıyor, hemde ona olan ilgisini bir üst seviyeye taşıyordu.
“Evli misin Doktor?”
Beklenmedik sorunun muhatabı olan Doğan, cevap vermeden önce koltuğunda doğruldu. Elise’nin yoğun bakışlarının altında gizlenen sır perdesini aralamak öyle zordu ki, yedi yıllık meslek hayatında çözümleyemediği tek paradoks Elise idi.
“Benim özel hayatımın şu an seans içerisinde konuşulması pek etik değil. Neden kendinle ilgili şeyler üstüne muhabbet etmiyoruz?”
“Hayır. Bu gün seninle ilgili konuşmak istiyorum. Evli misin, çocuğun var mı?” hipnotize eden bakışların süngüsünü Doğan’ın lacivert mavisi gözlerine indeksledi.
“Evli değilim Elise, yalnız yaşayan bir adamım” diyen Doğan, her sözünü ölçüp tartarak konuşurken, bu sefer üstünde bir saniye bile durmadı. Aralarında uzayıp giden sessizliğe katık olan elektrikli hava Doğan’ı derinden sarsıyordu.
“Tıpkı benim gibi yalnızsın” Koltuktan kalktı, bakışlarını ondan ayırmadan Doktor Doğan’ın masasına ilerledi. Rahat hareket ediyordu, sanki damarlarındaki bir şey daha öncesinde de insanlara bu şekilde yaklaştığını hatırlıyordu.
Masanın arkasına geçti, karakteristik bir çeneye dağınık kaşlara sahip olan Doğan’ın hafiften açık dudaklarına kısa bir bakış attı. Oturan adama doğru öne eğilip dudaklarını kulağıyla boynunun arasında kalan yumuşak kısma yaklaştırdı.
“Benim gibi kimsesizsin, yalnızlıktan korkar mısın Doktor?” Genç kadının sıcak nefesi Doğan’ın içini bir kaç saniyeliğine titretip, heykel gibi hareketsiz kalmasına neden oldu.
“Bu doğru değil!” dese de ne geri çekiliyor, ne de Elise’nin önüne bariyer olacak bir tavır sergiliyordu. Elise, koltuğun kolçağını tutup kendisine doğru çevirdi. Artık yüzleri birbirlerinin dengi yönündeydi.
“Korkma! Senin beynin son derece iyi çalışıyor, yalnızlık zarar veremez” dediğinde, koyu saçlarını omuzlarından aşağı atıp doktorun kucağına yan gelecek şekilde oturdu. Dudaklarını kanlı bir sunak gibi genç adama uzatıp öpmesini istedi. Bu isteği sadece üç dört saniyeliğine karşılıksız kaldı. Kuru dudaklarını kavrayan nemli dudaklar tutuk olmasına karşın istekli ve hevesliydi.
Başlardaki çekinti duygusunu üstünden atan Doğan kucağındaki sıcak bedeni kendisine bastırırken bir koluyla belini sımsıkı sardı. Diğer eli Elise’nin kuzgun siyahı saçlarının arasına girmiş, kafasını kendine doğru eğiyordu. Doğru bir şey yapmadığının bilincindeydi fakat tüm fonksiyonlarının kontrolünü yitirmiş, sahile vuran bir şişe gibi Elise’ye çekiliyordu.
Hırpani bir ritme kavuşan bu şehvetli öpücük frenleri tutamayan araba gibi son gaz devam ederken, tamamıyla kendinden geçen tek taraf Doğan’dı. İhtirasla, arzuyla öpüşe karşılık veren Elise’nin konsantrasyonu tamamıyla, başka taraftaydı.
Kulağa tahrik edici, kendinden geçmiş bir kadının dudakları arasından çıkacak bir inlemeyle boynunu geriye savurdu genç kadın. Kollarını ısrarcı erkeğin boynuna dolarken, kendi narin boynun açıklığını dudaklarına kurban etti.
Dünya yansa umursamayacak şekilde Elise’ye sıralan, dudaklarıyla boynunu, açıkta bıraktığı narin omuzları öpen, ara ara ısıran Doğan’ın gözleri adete körelmişti. Elise’nin kollarından boynundan çözüp masaya doğru attığını görmedi. Tükenmez kalemi avucunun içine alışını, kendisini genç adamın göğsüne bastırırken, kışlık botunun içine kalemi sıkıştırdığını da göremedi.
Elise geri çekildiğinde duman duman bakan lacivert gözlere bakarak nefes aldı. Doğan’ın dağılmış kısa saçları, öpülmekten şişen kıvrık dudakları, halinden oldukça memnun görünen yüzü içini bir anlığına sızlattı. Doktorun kucağından kalktı, geriye bir adım atarken elini durmasını işaret edercesine uzattı.
“Daha fazla ileri gidemeyiz sonunda pişman olacağımız şeyleri yapmayalım” dedi. Odadan çıkarken arkasında, koltuğunda karma karışık bir vaziyet duygularıyla boğuşan doktoru bıraktı…
*
Şafak birazdan doğrulacak olmasına rağmen gözlerinde uykunun ağırlığını bir türlü hissedemiyordu. Ruhunda bir şeyler eğilip bükülüyor, tam kırıldı derken yeniden yassı bir forma bürünüyordu. Sırt üstü tek kişilik yatağında uzanırken, Merlot’un gelişini geceden bu yana bekledi, bekledi ta ki güneş doğana değin.
İlk ışık huzmeleri pencere korkuluklarından içeri narin narin içeri düşmeye başladığında, zihni bomboş bir sayfa gibi berrak ve içini gösteriyordu. Pencereden bir ucu kısacık görünen kızılımsı bulutların ağarışını izliyordu. Hafızasını kaybetmeden önce bulutları sever miydi? Çayı şekersiz, kahveyi şekerli mi içerdi? Kendisine ait en ufak bir bilgisi yoktu fakat Merlot’u bilirdi.
Uzun becerikli parmaklarını, güneşi sakınmayan yeşil gözlerini, geniş omuzlarını, oturduğunda yatağını çökerten ağırlığını adı kadar ezberindeydi. Cesareti kırılmazsa ona veda eden kişi Elise olacaktı. Bu kırık dökük hikayenin son sözünü duymamak için kulaklarını tıkayacaktı.
İnkar etmiyordu, korkak bir acizdi Elise!
Peşi sıra akan dakikalar kararlığını arttırmaya yararken, sabahın erken saatleri olduğunda yatağının kenarına çöken adamın sırtını gördü. Elise’den yana bakmıyor, omuzlarını kamburlaştırmış vaziyette oturuyordu.
“Gittikçe zorlaşıyor sana gelmek, tüm gücümün çekildiğini hissediyorum” diyen Merlot, ısrarla arkasına dönüp uzanan Elise’ye bakmadı. Genç kadında ona bakacak gücü kendisinde bulamıyordu zaten, yüksek tavanı seyretmeyi sürdürdü.
“Karaca artık sonuna geldik, çok fazla bir şey kalmadı anlatacak. Hatırlamak kiminin ödülü kimininse cezasıdır, san neyi bırakıp gideceğimi mi bilmemek beni üzüyor!”
“Sen artık üzülme Merlot. Bırak bu kez ben üzüleyim, nasılsa daha fazla ölemem” dediğinde, avucunda tuttuğu tükenmez kalemi bir kez daha hissetti. Zihni kurak olmasına karşın, yüreğinin orta yeri mahşer yeri gibi kalabalıktan geçilmiyordu.
Merlot omzunun üzerinden başını Elise’ye çevirdi, beyaz yastığa ipek gibi saçılan koyu tutamlar kadının cansız yüzünü ortaya çıkarıyordu. Meşum bir ifade asılıydı Elise’nin yüzünde, bakışları sabit, dudakları ölüler gibi kıpırtısız.
“Ne düşünüyorsun Karaca?” sorduğu sorunun altından huzursuz bir şeylerin çıkacağını tahmin etmekte zorlanmıyordu. Bir kaç dakika sessizliği bozmayan kadının soruyu duyup duymadığından endişelendi.
“Bu sefer beni dinlemek ister misin Merlot, hep senin sözcüklerinde aradım kendimi. Şimdi kendi kelimelerimi türetmek istiyorum sana, naçizane lugatımın kısırlığını affedersen. “
Yatağın kenarında oturan vücudunu tamamıyla genç kadına döndüren Merlot, biraz hüzün biraz korku çokça da aşkla “Ben seni hep dinlerim Karaca” dedi. Sustular, pencerenin karşındaki ağaçlık alandan gelen kuş cıvıltıları doldurdu odayı. Nihayet konuşma takatini kazanan Elise;
“Kendimle karşılaşmak, iki yabancının mayın tarlasında el sıkışması kadar komik ve hazin bir hayale benziyor. Çünkü o iki yabancıdan biri değilim, boynumda intihar eylemleri taşıyan bir kadınım. Kendime ait bildiğim tek özelliğim cinsiyetim. Zihnimdeki haşereler ölmem gerektiğini fısıldıyorlar, onlara karşı çok direndiğimi söyleyebilirim. İki defa intihar teşebbüsünde bulunduktan sonra senin çıka gelmiş olman benim için güzel bir lütuftu. O kanlı dişlerden beni sen kurtardın. Seni arkadaşım, dostum, ailem, seni sevgilim olarak atfettim. Beni ziyaret etmediğin günlerde o çıldırtıcı sesleri duyarken bile hep geleceğini, beni kurtaracağını telkin ettim kendi kendime. Öyle de yaptın, her seferinde beni sen kurtardın.
Sonunda anladım Merlot.
Hepsinin nedeni seni unutmuş olmam…
Unutmayacağıma söz vermiştim değil mi ?
Aklım gibi yüreğimde hain, unutturdu bana seni.
Yeni bir dünya bulursak eğer, söz veriyorum orada tekrar seveceğim seni.
Şimdi gelgit aklımı bağışla!
Ölümle yaşam arasındaki son bağımı koparmadan önce;
Artık neden ölmem gerektiğini biliyorum, lütfen beni bağışla. “
Gözlerini sadece bir kez Merlot’un ıslanmış yüzüne baktığında kırpan Elise, sağ avucunda tuttuğu kalemi hızla, bir saniye düşünmeden iman tahtasına sapladı. Eti delerek geçen on sekiz santimlik kalem kaburga kemiklerinin arasında geçip, kan pompalayan kalbe kadar saplandı.
Ucu bucağı olmayan kanın kırmızı rengi oluk oluk yaradan dışarı fışkırırken, Elise ağzına dolan kanın tadını yudumladı. Göğsü seğrirken, dudaklarının arasından sicim kadar ince kan sızıyor katlanılmaz acıya boyun eğiyordu… https://www.wattpad.com/712315878-elise-g%C3%BCnahk%C3%A2r-kadin-16-b%C3%B6l%C3%BCm