Teslimim — Al Takke Ver Külah
Şu kısacık hayat yolculuğumda öğrendiğim bir şey var ise oda karmanın dönüş dolaşıp insanın karşına çıktığıdır. Eden bulur felsefesi gereğince evren bir şekilde yapılan zulmün, müspet iyiliğin öcünü alıyor. Tam bıraktığın anda vazgeçmişliğin sıkıntısız, beklentisiz ruh haline bürünmüşken yine farklı bir kapıya toslayıp duraksıyorsunuz. Şaşkınlık, inceden bir korku emaresi ve inanmakta zorluk çeken zihin.
Hepsi bir araya geldiğinde karman çorman bir hayret kompleksi oluşturmuyor mu sizce de? Bana kalırsa hayat koca bir eşek şakasından ibaret, yoksa benim bu kadar yakışıklı ve sempatik gülüşüyle yüreğimi titreten bu oğlanı tavlamam mümkün müydü?
Şimdi gözlerime öyle bir içtenlikle bakıyor ki elimi tutan eli yüzünden her an dondurma gibi eriyebilirim.
“Selvi” adımı yumuşak sesiyle dillendirdiğinde boştaki elimi çeneme dayayıp iç çeker bir sesle “Efendim” dedim. Uğur böceğim adımı her söylediğinde kalbimin orta yerinde meydan düğünü kuruluyordu.
“Bakışlarınla beni yemen çok hoşuma gitse de tüm geceyi bu masada geçirmeyelim. Babanın beni av tüfeğiyle vurmasını istemem” dedi. Sesindeki alaylı tını bunun çokta sorun olmayacağını kanıtlıyordu.
Güldüm, “Bende topallayan bir sevgili istemem, tamam kalkalım”. Garsona hesap için işaret verirken o da en az benim kadar neşeliydi. Biz ne ara yolumuzu alıp ortak bir paydada buluştuk aklım kesmiyor, hayatıma bodoslama daldığında bir kez daha bir erkeğe kolayca gönül penceremi açmayacaktım halbuki.
Akşam yemeğini yediğimiz balıkçıdan el ele çıkarken, adı gibi bana uğur getirdiğini düşünüyordum. Acaba o da aynı şeyleri düşünüyor muydu? Caddebostan sahilinde el ele yürürken, tepemizden akıp giden lacivert gökyüzünde yıldızlar kum taneleri kadar çoktu.
Denize vuran yakamoz bunca zaman nereye saklanıyordu? Dünya bu akşam üstü bir başka bir evrene dahil olmuş, yeniden şekillenirken renkler apayrı bir tona bürünmüştü.
Onun kokusuyla sarmalanmış ceketini omuzlarıma bıraktığında -kısa boyuma rağmen- gözlerinin en çıplak derinlerine baktım. Orada gördüğüm ikimize olan inançtı. Ben kendime dahi olan inancımı kaybetmişken başka birisinin böyle umut verici şekilde ellerimden tutmak istemesi ne büyük nimetti!
“Bana böyle yavru kedi gibi baktığın her an kalbimin genişlediğini hissediyorum. Sanki korunmaya muhtaç yanlarım seninle yeniden yapılanıyor ve seni de beni de içine hapsediyor” derken kolları belimi çevreleyip sardı. Dudakları alnımın ortasını öperken içimde bir sürü, rengarenk ihtişamlı havai fişekler patladı.
“Şüphe duymuyorum. Sen benim ilacım olacaksın Uğur Böceğim” dedim pür neşe. İçim içime sığmıyor, gözlerim aşkın haleli ışıklarıyla dolup taşıyor.
“Bana ait olduğun sürece sana bir ömür adamaktan çekinmem bunu bil” köşeli çenesi yüzüme iyice yaklaşırken geri çekilmedim. Sıcak, yumuşak dudakları dudaklarıma kapanırken mutluluktan iç geçiriyordum. Sahiplenici öpüşüne yaslanıp kollarımı beline doladım, güvene ve sevgiye olan açlığımı karşılayan dudaklarından hasretliğini çektiğim tüm nektarları kana kana içtim.
Ne olur sende beni yarı yolda bırakma Uğur’um.
Kalbime uğur getir; ellerimin arasından uçup gitme ne olur!
*
İnsan ne çabuk alışıyor mutluluğa. Acılara bir türlü bağışıklık kazanamazken mutluluğun aymazlığında şımarıyor, dünyanın en şanslı insanı olarak atfediyoruz kendimiz. Sözüm meclisten dışarı, sevinçliyken başka birine dönüştüğümü farz ediyorum.
Hayatıma pembe gözlüklerimin pembe camlarından bakarken herkes ve her şey yumuşacık ve rengârenk. Şayet ofisimizin renk yuvası Şahika bile günlerdir bir ayrı şık görünüyor gözüme. Kız birdenbire stil ikonu konumuna ulaştı nazarımda, demek ki kıyafetler bile bakmasını bile güzel görünüyor.
Naciye hanım arayıp odasına beklediğini söyleyene kadar masamda oturmuş bunları düşünüyordum. Dikkat çekerim epeydir Naciye hanıma Gudubet Medusa demeyişimin altında bile bir mutluluk senfonisi gizli.
Uzun bir süredir pot kırmadığım bilinciyle alnım ak yüzüm pak odasına ilerlerken, iş çıkışı odama bir kaç canlı çiçek almayı not ettim. Mis kokulu, capcanlı renkli çiçekler odama farklı bir hava katabilirdi. Beyaz gardenya yada manolya alabilirdim, hatta Uğur Böceğim’e de bir tane hediye edebilirdim.
Naciye hanımın odasına girmeden önce sabahtan beri yüzümde asılı kalan gülümsememle girdiğimde, her şeyin çok daha güzel olacağına dair bir his barındırıyordum.
Yalçın, sert bir mizaca sahip olan Naciye hanımı sıkı topuzu ve sıradan etek gömlek kıyafetiyle masasında otururken buldum. Bu kadının yüzünde ne zaman gerçekten içten bir gülümseme gördüğümü hiç hatırlamıyorum. Her zaman kaya gibi sert, azimli asık suratıyla bana egoist bir putu andırıyordu.
“Geç otur karşıma Selvi” derken sesindeki nahoşluk, tasvip etmediği bir konuşma yapacağımızın işaretiydi. İkiletmeden masasının karşındaki koltuklarından birine oturdum. Yüzünü tamamıyla bana dönmeden önce diz üstü bilgisayarını kapatıp, önündeki dosya yığınlarını ikimizin görüş mesafesinden toparlayarak kaldırdı.
Işıktan yoksun yaşam enerjilerini çoktan yitirmiş olan gözleriyle beni seyrettiğinde tüylerim diken dikendi. Nasıl oldu hala anlayamıyorum ancak yüzündeki asık ifade birdenbire anaç bir yumuşamayla insani kıvrımlarını gösterdi.
“Benden haz etmediğini biliyorum Selvi, sana göre yaşamayı unutmuş bir hortlağa benziyorum” her ne kadar doğru bir yere parmak basmasına rağmen nezaket gereğince karşı çıkmaya çalışarak “Yanlış düşünüyorsunuz” derken buldum kendimi. Sözlerimi eliyle bölüp engelledi.
“İncelik yapma mecburiyetinde değilsin, ben böyle şeylere takılmayacak kadar kafası örümcek ağı dolu birisiyim. Ah Selvi, sanıyor musun ben hep bu yaştaydım? Gençtim, hemde senin kadar. Gençlik geçici yaz musonuna benzer, eninde sonunda biter. Aramızdaki profesyonel çizgiyi hiç bozmadık sana yakın bir iş arkadaşı olamadığımı biliyorum. Fakat sana bir abla tavsiyesi vermek istiyorum eğer kabul edersen?”
Gudubet Medusa’dan işittiklerim beni hazırsız yakaladığı için ne söylemem gerektiğine karar vermekte zorlanıyordum. Onun altında çalışan biri olarak bana gösterdiği müspet tavır üç yıldır karşılaşmadığım bir durumdu.
“Can kulağıyla dinliyorum”
“Erhan bey oğlunun sektörü ve işin işleyiş kısmını öğrenmesi için benimle irtibata geçtiğinde on gerçekte yardımcı olacak tek kişinin sen olacağını düşündüm. Beni hayal kırıklığına uğratmadın bunun için teşekkür ederim Selvi. Ne yazık ki Uğur’la aranızda bir takım duygusal hislerin meydana geldiğini görüyorum. Hatta bütün çalışanlar aralarında dedikodu yapacak kadar farkındalar. Art direktörün olarak değil seninle çalışmayı seven biri olarak seni uyarıyorum Selvi, olmayacak duaya Amin deme. Üzülmeni hiç istemem, aynı hatadan ben geçtim muvaffak olamadım. Beni anlıyor musun?”
Resmen dilim tutulmuştu, far görmüş tavşan gibi dona kaldım. Naciye hanımın verdiği ültimatom ne kadar candan ve dostça görünse de ayağımı denk almamı ikaz ediyordu.
“Naciye hanım beni neye karşı uyarıyorsunuz bilmek istiyorum!”
“Dün sabah Erhan bey işten çıkarılma direktifini vermek için beni aradı. Burada ne konuşuluyorsa kulağına gidiyor muhakkak. İşine son vermemizi gerektirecek bir kusurun olmadığını söylediysem de baskı yapmaya devam ediyor. Ömer beyle geçmişinizi bilmiyorum lakin işine son verilmesini engelleyen oydu.”
Alnıma silah dayayıp son nefesimi almamı isteselerdi bu kadar şoka uğramazdım. Arkamdan dönen teranelere birde Ömer ekleniyor, benimse burnumun ucunda dönen şeylerden ruhum duymadı. Hayıflanmayacağım, Naciye hanımın bir nebze hakkı var. İş ortamında özellikle de patron oğluyla yaşanan duygusal birliktelik iş ahlakına uygun değil.
Ayağa kalkarken seçeneklerimi tartma gereği duymuyordum. “Gerekeni yapacağımdan emin olabilirsiniz Naciye hanım. Sizi zor durumda bıraktığım içinde üzgünüm” dedim. Kapıya ilerlediğimde arkamdan “Aptalca bir şey yapma Selvi. Emekliliğime kadar burada kalmanı istiyorum” dediğinde omzumun üzerinden gülümsemekle yetindim.
Ne acı, yalçın kadar sert bir kayaya benzeyen Naciye hanımı hep yanlış değerlendirmişim. Hep benden nefret ettiğini, ayaklarının altında dolaşmamı sevmediğini sanırdım. İlk fırsatta kıçıma tekme atıp kapı önüne koymak yerine bana sahip çıkıyordu!
Masama geçtiğimde ne sinirliydim ne üzgün. İnsani duygularımdan arınmış fanus içindeki bir oyuncak kadar donuktum. Çekmeceden A4 kağıdı çıkartıp istifamı yazarken elim bile titremedi o derece. Şahika’yı dahili hattan arayıp odama gelmesini rica ettiğimde sesimde en ufak bir kırgınlık işitilmiyordu.
Şahika’ya ikiye katladığım istifa dilekçemi uzatırken Naciye hanıma iletmesini söyledim. Ne olduğunu sorduysa da açıklama yapmayacak kadar sükunete varmıştım. Neler olduğunu sezen kız bana kafası karışmış halde bakarken “Bana bir iyilik daha yapıp Ömer beyin inşaat şirketinin adresini öğrenir misin? “ diye sordum.
Başını sallayıp odadan çıkarken bende masamın üzerindeki kişisel eşyalarımı toplamaya giriştim. Uğur duymadan şirketi terk etmek zorundayım, onun beni bu karardan alıkoymaya çalışması en son istediğim şey olurdu.
Metin yazarı olarak çalıştığım süre boyunca inişli çıkışlı bir çok hadise yaşamama rağmen güzel anılar biriktirmiştim. Güzel hatıraların yanı sıra eğilip bükülmeden gitmesini de bilirim…
*
Kafamın içinde dolaşan kırk tilkinin kuyruğu birbirine değmeden Ataşehir’deki adrese vardığımda, şansıma düldül bir kere falso vermedi. Olur olmaz zamanlarda arıza vermesine rağmen o bile ruh halimden anlıyor ki bana müsamaha göstererek yolda bırakmadı.
Firmanın bulunduğu binaya girdiğimde ise güvenlik memuruna Ömer beyle görüşeceğimi randevum olduğu yalanını attım. Umursamaz haliyle şirkete girmeme izin verdiği gibi resepsiyona kadar bile eşlik etmedi. Resepsiyondaki görevli kıza reklam ajansımın ismiyle birlikte adımı iletmesi ricasında bulundum.
Yıllar önce aramızda sıfatların bulunmadığı Ömer’e şimdi ulaşabilmem için araya bir çok insanın girmesi gerekiyordu. Ufak tefek olan sekreter beni cevizden yapılma bir kapı önüne getirdiğinde başımı salladım.
Kapıyı çalmadan içeri girdiğimde Ömer beni ayakta karşıladı. Takım elbisesinin ceketini ve kravatını çoktan çıkarmış, buz mavisi gömleğinin kollarını dirseklerinin altında kıvırmıştı.
“Ziyaretini hiç beklemiyordum şu sıra beni görmekten kaçınıyorsun” dedi ve bana elini uzattı.
“Seni en son görmek istememin üzerinden altı yılı aşkın zaman geçti. Karşıma çıkmasaydın yüzünü dahi hatırlamazdım. Elini tutmadım, kırık kalpli gözlerinin koyusuna baktım. Evet, canını hala yakmak istiyorum. Nefretimden değil, sevgimden değil, kinimden değil. Utanmazlığından, aymaz sesinden, kaygısız yüreğinden.
“Ne oldu yine bir hata mı yaptım?” yüzünde meraklı, anlamayan bir ifade belirdiğinde öfke patlaması yaşayacak kadar sinirlerim zıplıyor. İçim dışım harp yerine dönüyor bu bilmemezlikten gelişine.
“Hayatıma burnunu sokmaktan vazgeç! Sem kim oluyorsun da işten çıkarılmama müdahale ediyorsun, senden yardım istedim mi hayır. Üstüne vazife olmayan şeylere karışma bir daha. Sabrımla oynama Ömer, izin ver de kendi yoluma gideyim.”
“Peki ya ben gitmeni istemiyorsam? “ bana doğru bir adım attı. Yüzünde kararlı bir ifade barınıyor, çenesini sıkıyordu. Bende bir adım geri attım.
“Ya bütün yollarının ortasında durmak istiyorsam?” yine bir adım attı.
“Beni affetmen için ne yapayım? Dizlerimin üstünde yalvarsam, sana hala deliler gibi vurgun olduğumu söylesem, bana yine inanmaz mısın?” Bu sefer gözlerindeki meşum acı öyle açık seçik ki vicdanım sızlıyor.
“Dizlerine kapanmaktan utanmam bana geri dönmen için her şeyimden vazgeçebilirim. Her şeyden” beni apansız yakalayarak dizlerinin üstüne çöktü. Elimi avuçlarının arasına aldı ve öptü. Islak yanaklarına değen elimi çekmek istediğimde tutuşunu sertleştirdi.
“Seni hep sevdim ölene kadar seveceğim”
‘Yapma’ demek istiyordum ama bir an için konuşma zorluğu çektim. Cesaretimi kazanasıya kadar bir kaç saniye geçti. Ben ağzımı açamadan ise kapı arkamızdan açıldı, “Baba?” sesini duyduğumda nefesimi ciğerlerimde sakladım…
https://www.wattpad.com/731821213-al-takke-ver-k%C3%BClah-teslimim-16-b%C3%B6l%C3%BCm